Sevgili
Anneanneme,
Her zaman ölümün çekici olduğunu düşünürüm. Ölmek değil çekici
olan, ölen birine bakmak. Çünkü o anda kendi ölü bedenimize bakacakların
gözlerine sahip oluruz. Ölünce bize ne olacağını merak ederiz. Nasıl öleceğimizi,
nasıl görüneceğimizi... Aslında içten içe biliriz ki onurlu yaşam vardır ama
onurlu ölüm yoktur. Vücudumuz iflas eder, kaslarımız yaşımımız boyunca hiç
olmadığı bir hale girer, ağzımızda tuhaf bir açıklık, gözlerimizde bir pus, bir
boşluk, belki idrar, dışkı kaçağı.. Bu her zaman ve hangi yaşta olursa olsun
çirkindir.
Geçen hafta,
anneannemin solunumu durduktan sonraki kırkbeş dakikayı yanında geçirdim. Ona
uzun uzun baktım. Ağzındaki o anlamsız açıklığa, bizi “canlı” yapan her ne ise
o çekilip gittikten sonra, boş bir kılıf gibi kalan vücuduna.. Ayaklarına ve
ellerine dokundum “ölümün soğukluğu” denen şeyi hissetmek için. Sadece biraz
üşümüş gibiydi. Saçlarını elledim, aynıydı. Kulağına eğilip “Görüşürüz” dedim.
İkimizin ortak anıları için teşekkür edip, kendimi güvende hissettiğim, yalnız
kalabileceğim bir yere koştum. Ancak orada ağlayabilirdim.
Döndüğümde, sedyede
üstü örtülü asansör bekliyordu. Dayım hastasını röntgene indiren bir
hasta yakını gibi yanında duruyordu. Bir eli çarşafın üzerindeydi. Birkaç metre
ötemizde bir adam anneannem için mırıldanarak dua ediyordu. Yanımızdan hastalar,
görevliler, doktorlar geçiyordu. Bu hastane, kocaman, yaşlı, ağır ağır soluk
alıp veren canlı bir organizmaydı sanki ve anneannem henüz oraya aitti.
Asansörün kapısı
açıldığında, içinde hastane çalışanlarından birinin bir hastaya refakat
ettiğini gördük. Tüm hastane çalışanlarında olan küstahlık ve kabalıkla “Hasta
var, hasta var” deyip bizi azarladı. Asansöre binmemizi istemiyordu. Hemen
yanımızda tekerlekli sandalyeki hastasını taşıyan orta yaşlı kadın “ Benim de
felçli hastam var ama” dedi. Onun sesinde de
hastanelerde iş yapmanın ancak terbiyesizlik sınırında iletişim kurmakla
mümkün olabileceği bilgisinin tınısı, hemen seziliyordu. Kimse bize bakmıyordu.
Ben “Bizim ölümüz var” diyerek son noktayı koydum. Utancın birkaç saniyelik
sessizliği asılı kaldı havada. Kadın özür diledi, hizmetli ses etmeden asansörü
bize bıraktı. Ölüm, bize gündelik hayatın, pek de bilmediğimiz avantajlarından
birini sağlamıştı. Asasnsöre binip gasilhaneye indik.
Ben vedamı etmiştim.
Bir kez daha içeri girmeyi düşünmedim o yüzden. Kapının önünde duruyorduk. Ben
ve elinde küçük naylon bir paket tutan, kıvırcık saçlı, güzel yüzlü gencecik
bir kız. Şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir hali vardı. Görevli anneannemi içeri
alırken bir an göz göze geldi onunla. “Babamın ayak parmakları” dedi kız, kendi
söylediklerine şaşarak. “Onlara da dua edilmesi gerekiyormuş.” Görevli paketi
elinden hızla alıverdi kızın. “Ben bekleyeyim mi burada?” “Gerekmez” dedi
görevli. “Duası edilsin, başka bir cenazeyle gömüp hallediveririz biz.” Sonra
kapıyı kapattı yüzümüze.
Kızla birbirimize
baktık. “Başınız sağolsun” dedi kibar bir sükunetle. Ben ne demeliydim? “Sizin
de.” dedim. Ne kadar çabalasak da durumun garipliğini silip atamamıştık. Biz de
vazgeçtik çabalamaktan. Gözümüzden yaş gelene kadar, kahkahalarla güldük.
Gasilhanede çalışmak nasıl birşeydir diye hiç
düşünmemiştim o güne kadar. Ne yapar bu insanlar? “Ne işle meşgulsünüz?” diye
sorulduğunda “Ölüm işiyle” mi derler? Sonra cenaze namazı kıldırmak, ölü
gömülene kadar ona refakat etmek, “Ölünün başı şu tarafta olsun, tabutunun
başına kadınsa yemeni erkekse havlu konsun.” demek, mezar kazımını gözleyip,
gerekli tahta, çıta miktarını belirlemek ve tüm bunları olabildiğince hızlı ve
rutin bir iş değil de o günkü cenazeye özgü tavırlarla yaparak acısı olan
insanları rahatlatmak... İşte ben bu insanlara “Tanatolog” diyorum.
Thanatos, Yunan
mitolojisinde ölüm tanrısıdır. Ölüler ülkesinin en derin yeri Tartaros’da
oturur. Gelişi tahmin edilebileceği gibi acı ve keder getirir. Geç dönem Yunan
mitolojisinde yakışıklı bir genç adam olarak tasvir edilir. Peki neden
yakışıklılık ve gençlikle simgelenmiştir ölüm? Çünkü iyi uğruna, iyi bir ölümle
sonlanmışsa yaşamımız, o zaman Thanatos gelip götürür öleni Hades’in Ölüler
Diyarı’na. Thanatos Yeraltı Tanrısı Hades gibi ölüm merkezli bir tanrı değil,
ölümün tam anlamıyla kendisidir. Eğer gençse, yakışıklıysa ölüm tanrısı, bu
belki de ölümün biraz da yaşama dahil ve zaman zaman arzu edilen olduğunu
anlatmaz mı bize?
Birkaç haftadır eski
bir alışkanlığım geri geldi. Tren istasyonlarında zaman öldürüyorum. Sanki tren
bekliyormuş ya da birini karşılayacakmış gibi davranıyorum. Eve varmam gereken
saate göre iki ya da üç tren geçiyor ben otururken. Favori istasyonum Koca
Mustafa Paşa ve Sirkeci Garı’nın yolcu bekleme salonu. Garda uyuyanları
seyrediyorum. Bazen başımı duvara dayayıp beş on dakika kestiriyorum. Bir yere
gitmeyeceğim halde gidiyor gibi yapmak, birini beklemediğim halde o geleecekmiş
gibi yapmak arındırıyor beni. Bazen ses istemiyorum, sadece izlemek, görmek iyi
geliyor. O zaman kulağıma müzik tıkıyorum. Trenler gidiyor, beklenenler
gelmiyor. Ama ben bir nebze iyileşmiş oluyorum. Eve dönüyorum.
Kedim gözlerimin içine
bakıyor, gözlerini bir an bile kaçırmadan. Son zamanlarda yaşadığım bu tuhaf
günlerde, onun gözlerinin arkasında benimle alay eden, benim bilmediklerimi
bilen bir insan olduğunu düşünüyorum.
Haiku denen küçücük,
basit geleneksel Japon şiir formu, hani şu toplam 17 heceden oluşan (5-7-5), üç
dizelik şiirler. Referansını doğadan alan ve haiku şairinin doğada her an
binlercesi yaşanan büyülü anlara şahit olup yazdığı. Şiire yakın biri olmamama
rağmen duygularımı kontrol edemediğimde okuduğum birkaç kez de yazmayı
denediğim bir şifa ve arınma yolu. Türü bilenler Başo ile anarlar ama Kobayaşi
İssa’nın inceliği, zerafeti yoktur onda. İssa’nın küçük kızının ölümünü anlatan
haikusu şöyledir:
Çiğin
ömrü-
Çiğin
ömrü bu kadar.
Oysa,
ah oysa
Bu küçücük şiir, bir
çocuğu, bir acıyı, bir ölümü, bir pişmanlığı, yaşanmamışlıkları ve özlemi ne
güzel anlatır.
Ölümü yaşama bağlamak gerek.
Yazarken de, yaşarken de...
4 Temmuz günüydü.
Eminönü’nde, Mısır Çarşısının önünde, kuşların ortasında vedalaşan bir adamla
bir kadın görmüştüm. Kadın adamın omzuna değdi. Birbirlerini öpüp aksi yönlere
yürüdüler. O an bir haiku yazmıştım avucuma.
Omzuna
değdim.
Şehrin
tam ortasında
Tüm
kuşlar sustu
Hoşçakal sevgili
anneanneciğim...