8 Kasım 2012 Perşembe

BACAKSIZ GELİN

                                                                           " Dr. G. Oral tarafından nakledilmiştir."


“Egeliler Adalılar için ne der bilir misiniz? Bilene çay  en iyisi yemek ısmarlayacağım.” Aslında bilmediğimizi biliyordu ama yine de birazdan kendi sorusuna vereceği cevabın etkisini arttırmak istercesine bekledi. Sıradan bir günde “Gidin araştırın, bulun, size şu kadar süre” derdi ama bugün keyfi yerinde görünüyordu. Cevap gelmek üzereydi. “Adalılar adamdan pamukla kan alır. Böyle yumuşak, sessizce, acı vermeden ama içini boşaltarak.” Bir sigara yaktı, devam etti. “Şimdi kendini yazar olarak tanıtan bu kadın atalarının adalı olmasını ilginç bulur ve hatta bununla gurur duyar. Küçük entellektüel duyarlılıklarını kitaplarına aktarırken, aslında bunun kitap yazmak olmadığının farkında değildir. Gerçek olamayacak kadar kibar olan bu kadın, dokunsan ağlayacak, içinin çürümüşlüğünü sağaltmak için kağıda kaleme sarılmış, geniş çevresi, iyi eğitimi sayesinde yazdıklarını ete kemiğe büründürmüştür. Ama aslında ne yakışır ona, yapması gerekip de yapmayarak yazarmış gibi yazmasına sebep olan nedir?”
Şimdi bu kentten sıkılmış, sıkışmış kadın kendince radikal bir karar vererek bir Ege kasabasına -biz bu kasabaya Alaçatı diyelim- yerleşir. Doğayla başbaşa olmak, kentin trafiğinden, kalabalığından ve kirinden kaçmak istemektedir. Ama ne hikmetse kentin ona sunduklarını da yanında getirmiştir. Sahilde bir kafe açar. Köylü kadınlardan otlar satın alıp çaylar demler. Saçlarını kısa kestirir, bol elbiseler giyer. Kendini de yanında getirdiğinin farkında olmadan içer kaynamış otları. Aslında müşterileri de kentlilerdir. Zeytinyağları, sabunlar ve otlarla oyalanır. Akşam yemeklerinde kentten yolu düşmüşlere sofra şarapları ikram eder. Zaman zaman sofralarda küçük duyarlı sohbetler yapar diğer kentlilerle. Duyduğu efsaneleri anlatır onlara. Bazıları çok etkileyicidir, bazıları korkunç. Ama hiçbiri onu “Bacaksız Gelin” hikayesi kadar etkilemememiştir.
Efendim, bu Alaçatı tuhaf yer. Zamanında korsanların da uğrak yeri olmuş limanı, farklı kültürlerden insanları ağırlamış. Garip adetleri var, kaynağı neresi, kim olduğu bilinmeyen. Belki Yunan’lardan, belki Adalılardan, belki de Araplar’dan gelmiş adetler. Bu adetlerden birine göre kızların yüzünü evlendikleri, gelin oldukları gün hiçbir erkek göremez. Babası, dayısı, abisi bile. Gelin erkeklerin olduğu bir yerden geçiyorsa “Gelin geçiyor.” denir, tüm erkekler başlarını önlerine eğer.
Zamanında Alaçatı’da İsmail adlı bir delikanlı yaşarmış. Balıkçıymış İsmail. Büyükçe bir teknesi varmış. Annesi küçük yaşta öldüğünden babası ile pek düşkünlermiş birbirlerine. İsmail babasının sözünden çıkmaz, babası İsmail’in bir dediğini iki etmezmiş. Ama kadınsız hayat zor elbet. Bir kadın bulmuşlar baba oğul, işlerini yapsın diye. Dışarıdan gelen kadınla evin kadını bir olur mu? Yürümemiş o iş. Sonunda babası İsmail’e bir kız bulmuş. İsmail babasına itiraz edecek değil ya. Kabul etmiş evlenmeyi, kız da İsmail’den iyisini mi bulacak? Düğün günü gelmiş çatmış. Kızı süslemiş kadınlar. Tek katlı iki göz odada kınasını yapmaya koyulmuşlar.
Ama Ahmet diye bir delikanlı varmış ki kasabada, kıza nicedir gönül vermişmiş. Sevdiğinin evleneceğini duymuş. Bağrına taş basmış. Ama sevda bu. Son bir kez görmek ister sevdiğini gelinlik içinde. Kınanın yapıldığı evin önüne gelmiş kimselere görünmeden Ahmet. Küçücük buğulu camın ardından son bir kez bakmış ona. Ama bir de ne görsün? Sevdiği de ona bakıyor. Göz göze gelivermişler son kez.
Kız ses etmeyecek ama yanındaki kadınlar anlamışlar bir tuhaflık olduğunu. Camın önüne koşmuşlar ki bir de ne görsünler? Bir erkek duruyor orada, gelin kıza bakmış, onu görmüş. Hemen ardından koşmuşlar.
Ahmet’i yakalamasına yakalayamamışlar ama haberi damada uçurmuşlar. Damat başı önde gezemez, gelininin gözüne erkek gözü değmiş düğün günü.
Kapmış babasının kasaturasını, kızın bacaklarını, kollarını kesmiş. Oracıkta can vermiş kız. Adet bozulmamış böylece.
Düğün günü kolu bacağı kesilen kız efsane olmuş Alaçatı’da. Çünkü aslında hiç ayrılmamış oralardan. Kim ki,  limanda, ıssızda, gece vakti tek başına gezer, bacaksız geline rastlarmış. Başında duvağı kolu, bacağı olmayan hayaletinin kime musallat olacağı belli olmazmış. Bazen kendi görünmezmiş ama sürünerek geçtiği yollarda bıraktığı kan izlerinden anlarlarmış bacaksız gelinin oralarda olduğunu. Anneler, haminneler yemeğini yemeyen çocukları bacaksız gelin gelecek diye korkuturlarmış.
İşte böyle, dedi. Hikayesinin bizde bıraktığı izi izlemek için bir an durdu, bekledi.
Bizim kadına gelince, hiçbir zaman yazamayacağı kitabının hayalini kurarak, ilginç olma peşinde bacaksız gelinin hikayesini anlatır, durur. Kimbilir bacaksız gelin çıkar bir gün karşısına da, bizimki kente geri döner.


Nakledenden bir öykü daha okumak için,

Bir sonraki yazı: Abdi Bey'in Zor Günleri