20 Aralık 2011 Salı

SAĞLIK ÜZERİNE UYDURULMUŞ MİTLER: ÜŞÜME, DETOKS, ALERJİ VS...

İnanılmaz gelebilir ama hayatımda gerçekten üşüdüğüm an sayısı bir elin parmaklarını geçmez. O anları hatırlıyorum da, sanki üşüme tüm bedenimi ele geçirmiştir. İnsanın saçları üşür mü? İşte benim o anlarda saçlarım bile  üşür. Birçok insanı üşüten –pencerenin açık kalması, iki kapı arasında “cereyanda” kalma, “ vücudumun bir bölümüne,-genellikle bel bölgesidir burası – yel girmesi (ne demekse?) nedenlerle üşümem ben. Bu anlardan bir tanesini hatırlıyorum da, ortaokul yıllarında Uludağ’da yapılacak uluslararası bir kayak şampiyonasının açılışına işgüzar valinin emriyle kalabalık yapmak amacıyla götürülmüştük.  Bacaklarımızda ince çoraplar ve üzerimizde okul formasıyla sporcu kortejinin gelmesini beklerken, yarım saat sonra bir metre karın içindeki bacaklarımızı hissetmemeye başlamıştık. Yaklaşık üç saat sonra, üzerlerinde kaz tüyü montları, atkıları ve eldivenleriyle birlikte sporcular geldiğinde, morarmış dudaklarımıza ve birbirine çarpan çenelerimize şaşkınlıkla baktıklarını anımsıyorum. O gün gerçekten üşümüştüm. (Şimdi hatırladım da yine aynı valinin isteğiyle aşırı sıcak bir gün Naim Süleymanoğlu’nu karşılamıştık. Bu adamın bize bir kastı mı vardı acaba? Arkadaşlarımın yarısının sıcaktan bayıldığını hatırlıyorum. Bir de Ziya Ül –Hak karşılaması var ki onu hatırlamaya bile kalbim dayanmıyor.)

Konumuza dönersek...
Bugün artık üşümenin hayat alışkanlıkları ile ilgili olduğunu düşünüyorum hatta buna eminim. Hayatınızda kaç kez “Oğlum, kızım üşüyeceksin, üzerine bir şey giy, ayağına çorap giy, atkını tak!” cümlesini duyduğunuzu düşünsenize. Muhtemelen yüzlerce kez. Size adeta üşümeniz gerektiği öğretilmiştir.
Yaz aylarında sokakta yürürken gördüğüm bebeklere gerçekten içim acıyor. Otuz beş derece sıcakta üzerlerindeki örme orlon hırkalara, kapalı ağızlarına, üst üste giydirilmiş kalın çoraplarına şaşkınlıkla bakıyorum. Hatta bazen bakamıyorum çünkü tüm bu kılığın üzerine örtülmüş olan ve bebeğin hava alışını tamamen engelleyen battaniye ya da naylon örtülerden onları görmem mümkün olmuyor. (Bu vesileyle doğduğum günden itibaren bana hiçbir şartta atlet giydirmeyen anneme teşekkür ediyorum.)
Toplu taşıma kullanmayı seven ve destekleyen biri olarak, sırf diğer yolcuların bitmez tükenmez üşümeleri yüzünden otobüsü veye minibüsü terörize etmişliğim çoktur. Otobüslerde camlar Ağustos ayı dışında neredeyse hep kapalıdır. Dolmuş ve minibüslerin cam açma mekanizmaları zaten kullanılmadıkları, ya da bu ortamlarda pencere açmak şoförün yetkisindeymiş gibi iptal edilmiştir. Böyle taşıtlara bindiğimde benden başka havasızlıktan şikayet eden olmaz. Ben de önce nezaketle, ardından tüm yolcuların nefretini kazanma pahasına kavga çıkararak en az bir camı açtırırım.
Sonuç olarak üşümekten neden bu kadar korktuğumuzu hiçbir zaman anlamış değilim. Hasta olma ihtimalinin soğuk havadan değil, herkesin soluk alıp verdiği ve hava sirkülasyonu olmadığı için bakterilerin üremesi için ideal sıcaklıkta kalan otobüs olduğunu anlattığım yolculuklarım bile olmuştur.
Yine öğrencilik yıllarımda, sıkça yaptığım İstabul – Ankara tren yolculukları ise benim nadiren üşüdüğüm anları içerir. Trenlerde kalorifer yakmak devletin bir kurumu olan TCDD’de ancak üst yazı ile olabildiğinden Kasım başında trende donma tehlikesi atlatmışlığım, -o günü hatırlıyorum, bir adam soyunmuş vücudunu gazete kağıdıyla sarmış, üzerine kıyafetlerini yeniden giymişti.-, Mayıs ayında ise cayır cayır yanan kaloriferler nedeniyle baygın düştüğüm çok olmuştur. (Bu şartlarda bile kimse cam açtırmaz)
Aslında insanın üşümekten bu kadar korkması,  ya da hastalanma korkusuyla kendini kat kat sarması, bende vücudunu çok da ciddiye almadığı hatta önemsemediği izlenimini yaratmıştır hep. Aslında vücut çoğu kez akıldan ve duygudan bağımsız bir mekanizmayla çalışır. Beyninizdeki ısı ayanlama merkezine, damarlarınızın ortama göre genişleyip, büzülmesine güvenebilirsiniz oysa. Tıpkı detoksa yüklenen aşırı anlamdaki sakatlık gibi.
Bazı arkadaşlarım kendilerine zaman zaman kesinlikle postmodern bir trendden ibaret olan detoks programları uyguluyorlar. Çiğ sebzelerin ve bitkilerin sularını içeren iğrenç sıvılar içiyorlar. Bir hafta boyunca tuhaf şeyler yiyorlar, saunaya falan giriyorlar. Bunu da kötü yaşam biçimlerinin, beslenmelerinin, alkol tüketimlerinin, egzersiz yapmamalarının vücutlarında yarattığı kötü etkileri ve içlerinde biriken “zehirleri” atmak için yaptıklarını iddia ediyorlar. Hatta bunları planlayan ve öneren birtakım insanlara gidip ciddi paralar  ödüyorlar.
Ne mutlu bize ki vucuttaki gerçek detoks için bunlara ihtiyacımız yok, çünkü bu bizim irademize kalsaydı muhtemelen ölürdük. Karaciğer gibi bir organımız olduğu için şükretmeliyiz. Bunun yerine ilkokuldan beri hepimize öğretilen sağlığımıza dikkat etmekle ilgili aslında sihirli olmayan ve sıkıcı bilinenleri uygulayarak kendimize ve karaciğerimize yardım edebiliriz. Ama artık kimse sıradan doğrulardan hoşlanmıyor. Herkes mucize peşinde koşuyor.
Alerji meselesi ise biraz daha karmaşık görünüyor. Gerçek alerjinin varlığına, bunun hayatı çok kötü etkilediğine ve alerjinin mekanizması karışık ve kriterleri kesin olmayan yapısına inanmakla birlikte, varlığının özellkle birtakım kadınlardaki nevrozun dışa vurumu yada hastalığı hayat dinamiği yapmanın mükemmel bir örneği gibi algılıyorum. Gerek mesleğim gereği yaptığım alerji sorgulamaları, gerekse normal hayatımda gördüğüm “alerji vakaları” bana gerçekten biraz uzakmış gibi görünüyor. Artık azımsanamayacak kadar çok insanda – üzgünüm ama özellikle de kadında – sağlıklı olmaya karşı alerji olduğunu düşünüyorum.
Modern çağda hasta hekim ilişkisinde çok dillendirilmeyen bir özellik oluştu sanki. Özellikle internet yardımıyla kendisine tanı koymakta çok mahirleşen hasta, şikayetiyle –aslında kafasında kendine koyduğu tanıyla – hekime gidiyor. Artık hastaların hekimlerinin kararlarını ve hatta tedavilerini belirlemede gizil bir gücü var. Hastalar semptomları dayatıyor, hekimler zorlama tanılar koyuyor. Tabii kapitalist sistem ve onun vazgeçilmez unsuru olan ilaç firmaları da bu durumu çılgınca pompalıyor. Sonuçta kehanet kendini gerçekleştiriyor.
Üşüyün birşey olmaz, kendinizi dinç hissedersiniz, bir bakmışsınız artık üşümüyorsunuz, Terli terli su için böylece terleyerek kaybettiğiniz sıvıyı yerine koymuş olursunuz. Camları açın, havalansın bulunduğunuz ortam. Özel sağlık sigortanız var diye poliklinik poliklinik, doktor doktor dolaşmayın.
Çocuklarınız ve siz hastalanın ayrıca. Sizi öldürmeyen güçlendirir derler ya. Bırakın vücudunuz baş etmeyi öğrensin.
Kısacası vücudunuza güvenin. O işini bilir...

* Okunmazsa birşey kaybedilmeyecek kitap önerileri
Ruh Üşümesi - Adalet Ağaoğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder