15 Kasım 2011 Salı

ÇİFT OLMAK, ÇİFT OLMAYI ZORLAMAK VEYA FOLİE A DEUX

Bu yazı, sonunda mutlu bir çift olmanın sırrını verecek sevgili okur...

Çift olmuş iki kişi sayesinde doğuyoruz, bir çifti izleyerek büyüyoruz, çift olmayı hayal ediyoruz, öğreniyoruz, bizi çift yapacak kişiyi arayıp duruyoruz, bulduğumuzu sanıp başarısız oluyor ama yine de yılmıyoruz, birgün kendimize göre bir nedenle birinde karar kılıyoruz.. Artık tebrikleri kabul edebiliriz.

Ait olma isteği, duygusal korunaklılık, öğrenilmiş davranılmış kalıpları, toplumsal bilinçdışının dayatmaları, ekonomi, çocuk sahibi olma dürtüsü vs.. Her ne isim koyarsak koyalım bu sistem hala çökmediğine göre daha iyi bir alternatif yok gibi görünüyor.

Peki gerçekten mutlu kaç çift tanıyoruz? , "Kol kırılır, yen içinde kalır." mottosunun en geçerli olduğu, çift olmanın güvenli ama bir o kadar da gizemli suları, seyircilerin bile fark edebileceği kadar bulanmışsa acaba bu çiftlik hali sandığımız kadar matah birşey olmayabilir mi?



Fotoğrafın 1945'de çekildiğini sanıyorum. Kadın mutlu ve gururlu görünüyor. Adam kocaman eliyle onun bileğini tutmuş. Şık giyinmişler. Acaba birkaç saniye önce ne konuşuyorlardı?

Bunu bilemeyiz ama ben son onbeş yıllarında ne konuştuklarını gayet iyi biliyorum. Hiçbir şey..
Hatta birbirlerinin yüzünü hiç görmeden aynı salonda televizyon seyretmenin bir yolunu bile bulmuşlardı. Annennemin koltuğu sobanın tam arkasındaydı ve sobanın kapağı dedemin koltuğunun anneannem tarafından asla görülemeyeceği şekilde yaz kış açıktı. Mükemmel bir ev içi yerleşim...
Dedem öldüğünde anneannem benim beklediğimden çok daha fazla ağladı. O zaman neden bu kadar üzüldüğüne çok anlam verememiştim ama şu an ortak yaşantı ne kadar sağlıksızsa yas sürecinin de o kadar sağlıksız geçtiğini biliyorum. Ve anneannem dedemin yokluğuna benim tam da beklediğim gibi çok hızlı alıştı. Şu an hayatının en güzel yıllarını onun ölümünden sonra geçirdiğini söylüyor ve öldüğünde onun yanına gömülmeyi kesin bir dille reddediyor.

Geçen sabah yürüyüşe çıktığımda şık giyinmiş, kırklı yaşlarında, işe gitmek için arabasına binmek üzere olan bir adam gördüm. Önünde durduğu evin balkonundan karısının adını çağıran sesine doğru döndü. Kadın havanın serin olduğunu üzerine birşey isteyip istemediğini sordu kocasına. -Bu arada hava kesinlikle serin değildi ve adam havaya son derece uygun giyinmişti.- Adam sertçe ama yarım ağız hiçbir şey istemediğini söyledi kadına ve arkasını dönüp arabasına binerken tüm mimik kaslarıyla kadına sinir olduğunu gösterdi. Buna şahit olmanın kalbimi kırdığını yürüyüşün ilerleyen dakikalarında fark ettim. Önce adama iyi niyetli karısına sinir olduğu için, sonra da kadına elleri hep adamın üzerinde olduğu için kızdım. Biliyorum, küçücük bir andı, ama ilişkinin sırları önüme dökülmüştü sanki. Tıpkı yaşamın küçük yalnızlık darbelerinden oluştuğu gibi (Roland Barthes), bir ilişki de sinir bozucu küçük anlar tarafından belirleniyor olabilir miydi?

Aşkla, heyecanla, kalp çarpıntılarıyla başlamış ilişkiniz, onu görmek için yollar aşan, merdivenleri beşer beşer çıkan, uykusuz kalan siz artık değişmişsinizdir ve eğer şanslıysanız bunun farkına varmayanlardan olacaksınız. Ama yine de içinizde bir yer, işlerin çok da yolunda gitmediğini bilecek. Nedenleri çok önemli değildir - ki kadınlar bunu çok önemser - ilişki ya da çift olma hali olarak tanımladığınız şey amorf, anlamsız, sınırları belirsiz, ikili duyguları içinde saklayan, zehirli bir hal alıvermiştir işte...


Ben Bakırköy meydanında üzerlerinde bu tişörtlerle yürüyen bir çift gördüm.

Bu görüntü beni yıllar öncesine götürdü, yaşadığım semtin meczup çiftini ve onlara ait bir anı gördüğümde hissettiklerimi- gördüğüm hiçbir şey beni böylesine keskin, derinden ve bir anda yaralamamıştı - hatırlattı.
Kadın orta yaşına yakın, adamsa ondan biraz daha gençti ama o kadar hırpalanmış ve bizim tanıdığımız dünyanın dışına çıkmışlardı ki, yaşlarını tahmin etmeye çalışmak bile nafile bir çabadan öteye gidemiyordu. Saçları kirden keçeleşmişti, kadın sık sık gebe kalıyordu. Onları konuşurken hiç görmemiştim. Beni geriye götüren o an... Kadın kaldırımda oturmuştu, adamsa ona sigara içiriyordu.

Hiç aralarında, isim koyamadığınız ama sinirinizi bozan, tuhaf ve sarsılmaz bir bağla adeta tüm dünyaya kafa tutan bir çift tanıdınız mı? Tek tek harika insanlar olduğunu ama yanyana çekilmez olduklarını düşündüğünüz... Birbirlerini pohpohlama konusunda hiçbir fırsatı kaçırmayan, ortak yarattıkları düşünce sistemi içerisinde sanki dünyanın ve hayatın tüm sırlarını çözmüşçesine rahat ve hatta bunu etraflarına küstahça dayatabilen..Ara sıra kavga ettiklerinede bile size sağ gösterip sol vurarak her zaman her şartta birbirini seçen.. Çok sıkıcı değil mi? Ama onlar çoktan "ideal çift" payesini almışlar.

Ancak ilişkilerinin dinamiğinin bir ucunda sevgi ve hayranlık varken diğer ucunda nefret ve öfke olduğunun kendileri bile farkında değildir. Öyle de olması gerekir zaten, ilişkinin sarsılmazlığı buradan gelir.

"İkiz delilik" ya da paylaşılmış psikotik bozukluk çiftin taraflarının birbirine yakın kişiler olduğu, bu kişilerin aynı sanrı sistemini paylaştığı ve en klasik alt tipinde etkin kişinin sanrısını edilgen olana aktardığı bir bozukluk. Bu tanımı ise psikiyatristlerin el kitabı yapıyor.



Böyle bir çiftin zamanında memleketin kaderini belirlemiş olması ise ayrı  bir yazı konusu olabilir.


Bu çiftleri görürseniz hemen kaçın..

Birine aşık olmak, aslında aşık olunan kişiyle çok da ilgili değil bana göre. Bu hissi birincil olarak üreten kişi, henüz olaya aşık olunanı dahil etmeden yani bir ilişki başlamadan önce aslında daha mutlu değil midir? Uykusu kaçmış, yemeyi içmeyi unutmuş, çenesi düşmüştür ama yaşam enerjisi yenilenmiştir. Renkler, kokular, görüntüler daha keskindir sanki, daha genç, daha güzel, daha yakışıklı hissediyordur kendini. (Bir tür regresyondur bu gerçekte, ilk aşka ya da çocukluğa doğru)
Ama aşık bununla yetinmez, oburca daha fazlasını ister, aşık olunanı bu hisse dahil eder ne yapıp edip.. İşte o zaman adına ilişki denen, ne idüğü belirsiz şey başlayıverir.
Bu yüzdendir ki aşık aslında en mutlu olması gereken anda yani duygusunu deklare edip karşılığını aldığı anda umduğu mutluluğu bulamadığını fark eder. Ne yapacağını bilememek, sanki bir boşluğa düşmüş gibi hissetmek bu yüzdendir işte. Aşkın güvenli sularından çıkmıştır  aşık..

İlişki başka bir şeydir kısacası...

Şimdi mutlu bir çift olmanın sırrına gelelim.

Aşkın güvenli sularından çıkıp -bir anlamda sudan çıkmış balığa dönüp- ilişkinin bilinmezliğine doğru adım atarken içinizdeki aşkın bir kısmını kendinize saklayın. Aşık olduğunuz kişiyle aranıza reel olmasa da duygusal bir mesafe koyun. Bu aşkın aslında sizinle, kendi üretiminizle ilgili olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Karşınızdakini duygusal olarak rahat bırakın, bırakın ki o da kendi aşkını korumanın ve yaşamanın bir yolunu bulsun. Bunu yaparsanız ona duygusal bir alan açmış olacaksınız.

Oburluk etmeyin...

*İzleme Önerileri
İnsan Yüreginin Haritası - Vincent Ward -1993
Out of Africa - Sydney Pollack  - 1985

* Okuma Önerileri
Dert Yorumcusu - Jhumpa Lahiri Everest Yayınları 2000
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder