2 Kasım 2011 Çarşamba

GİRİLMEYEN SALONLAR, KAPALI BALKONLAR, TUVALET MASALARI VE DİĞERLERİ...

Babaannem pasaklı bir kadındı.

Evini toplamaz, pek de temizlemezdi. Çocukların mekan ölçeği -bedenlerinin küçüklüğünden olsa gerek- farklı olduğundan küçük aklımla onun evine girmeyi hiç sevmezdim. Mutfağındaki, yatak odasındaki dolaplar üzerime devrilecek, ben de  altında kalacağım sanırdım.

Annem zaman zaman gücünü toplayıp onun evini toplar, temizler, kullanılmayan eşyaları atardı. Bunun için birkaç gün uğraşırdı ama sonuç bence pek değişmezdi. Dağınıklık, karmaşa ve kir sanki evin etine kemiğine sinmişti.

Babaannem, beklenmeyen bir misafir geldiğinde hızla oda kapılarını kapatır, misafirini apar topar "oturma odasına" sokardı.

Ama salon farklıydı.

Kapıları binbir gece masallarının girilmesi yasak odaları gibi hep kapalıydı. Ara sıra bir kaçak gibi içeri girer, müze gezercesine etrafıma bakınırdım. Üzerimdeki kocaman kristal avizenin, duvarlar üzerinde oynaşan ışıltılı yansımasını izler, "büfe"deki fincanların üzerindeki resimlere dalar giderdim. Üstü örtülü halı ve koltukları görebilmem ise ancak arife günü mümkündü. Törenleri pek seven dedem, camiden döndükten sonra hepimizin avizenin altında sıralanmasını ister, biz de sırayla bayramlaşırdık.
Çocukluğumun ilk müzesi, -babannemin salonu - kapılarını bir dahaki bayrama kadar kapatırdı.

Babannem öldüğünde, evinde bine yakın poşet bulduk. Poşetleri; bir kısmının içine küçük kumaş parçaları, düğmeler, iplikler, plastik kaplar, teller, patlamış ampüller, eski atletler, kırk yıllık etekler, kenarları sökük onlarca yastık kılıfı, altı yanmış tavalar, erimiş tencere kulpları, paslı çiviler, düzinelerce sararmış gazete, kırık tabaklar, kilolarca yastık doldurmak için kullanılan pamuk, bir ağlayan çocuk tablosu koyup attık. Poşetleri atarken içlerine bakmayı unutmadık, bulduğumuz paralarla tüm aile güzel bir yemek yedik. Pamukların içinden çıkan altın yüzük ise bulanın oldu.


Evlerimiz çok ağır, yıllar geçtikçe daha da ağırlaşıyor. "Birgün lazım olur." cümlesi genlerimize bir şekilde işlemiş. Elimiz atmıyor, sürekli alıyor.(Bir diş hekimi arkadaşım -üstelik de bir erkek- Kıbrıs'ta ucuz diye yetmiş dört parçalık porselen yemek takımı almış. Uçak saatini beklerken elinde tabaklar gezmeye başlamış. Bir süre sonra elindeki yük o kadar ağırlaşmış ki, yetmiş dört parçayı denize atmış. Hem de arkasından "tüüü" diye tükürerek..) Poşetlerimizi evden eve taşıyoruz, sonra onları bir yerlere tıkıp unutuyoruz. Evlerimiz ağırlaştıkça daha çok yere ihtiyaç duyuyoruz, o zaman da daha büyük evlerin hayalini kurarak, küçük tuvaletlerimizi iptal ediyor, balkonlarımızı kapatıyoruz.

Sahi, Türkiye"de ilk balkon kapatan kim acaba? Bu değerli şahsiyetle tanışmayı çok isterdim. Ağır hayatlarımızı sığdırmak istediğimiz bizlerin balkon kapatma furyasını bu kadar destekliyor olmamız çok anlaşılır.  İki yıl önce evime taşındığımda küçük bir mutfak büyüklüğündeki balkonumu iğrenç alimünyum doğramalarından kurtararak özgürlüğüne kavuşturdum. O sırada apartmandaki komşularımdan birkaçı tadilata nezaret etti, kafalarını sağa sola sallayarak beni kınadı. "Yanlış yapıyordum. Balkonlar kapalı olmalıydı." Neden? diye sorduğumda kayda değer bir yanıt alamadım. Son iki yazdır hayatımın en güzel balkonlu yazını geçirdim. Ceviz ağacını, kargaları, serçeleri ve oynayan çocukları izleyerek; çay, kahve, bira, rakı içerken kapalı balkonların daimi misafirleri rengi atmış viledayı, evin delikanlısının on yıl önceden kalmış ve birgün lazım olur öngörüsüyle atılmamış kırmızı üç tekerlekli bisikletini, kocanın yer bezi yapılmış eski atletini, çalışmayan küçük buzdolabını, içinde ne olduğu belli olmayan hurçları, eski sehpaları ve üzerindeki bakımsız çiçekleri, ev halkının kullanılmayan terliklerini düşündüm. Gerçekten buna değer miydi?
Balkonlarımı açık kullanmam ve büfe, sekiz kişilik yemek masası, yolluk kullanmamam nedeniyle tüm apartman tarafından "anarşist" damgası yememe rağmen (-ki bu yakıştırmadan gurur duyduğumu bu vasıtayla belirtmek isterim -) ben değmediğini düşünüyorum.

Siz hayatınızda bir tuvalet masasını efektif olarak kullanan bir kadın gördünüz mü?

Muayenede yaşamaya karar verdiğimde ve hayatımı ve eşyalarımı buna uygun düzenlemeye başladığımda bir arkadaşımın karısı "Peki tuvalet masasını nereye koyacaksın?" diye sormuştu. Onun için muayenehanede yaşamak mı yoksa tuvalet masasız bir hayat mı daha kabul edilemezdi? Hala bir fikrim yok.



Şimdi biraz hayal gücü...

Çok önemli bir görev için Hint okyanusunda bir denizaltıda üç ay yaşayacaksınız. Yanınızda neler götürürsünüz? Bu düşünceyi ve bunun eklentisi olan duyguyu kafanızın bir kenarına yazın. Sonra 100 metrekare evinize bakın.
Şimdi atmaya başlayabilirsiniz. Evinizin her köşesini hissedin. Ölü noktalardan, ayağınızı hiç bir zaman basamayacağınız alanlardan kurtulun. Küçük tuvaletinizi küçük tuvalete dönüştürün. Balkonunuza balkonluğunu geri verin.

Hafifleyeceksiniz.

* Bugün ne öğrendim?

Yukarıdaki resim, meşhur ağlayan çocuk resmi Güney Amerika ve Avrupa dolaylarında lanetli kabul ediliyormuş. Kent efsanesine göre, bu resmin bulunduğu evlerde yangın  çıkıyor, herşey kül oluyor ama resme bir şey olmuyormuş. Bu konuda toplumsal bir hezeyan bile oluşmuş ki, bu resmi toplu yakma eylemleri yaşanmış. Resmi bizim  başımıza ise Fethullah Gülen sarmış. Sızıntı dergisi bir sayısında kapak olarak kullanmış.

* İzleme önerileri
İçinde cinsellik olmayan gerçek bir aşk hikayesi- Lost in Translation -Sophia Coppola

* Okuma Önerileri
Bir başka gerçek aşkın taraflarından  Simone De Beaviour aşkı Jean Paul Sartre a ithafıyla- Tüm İnsanlar Ölümlüdür Turkuaz Kitap 2007

Gelecek yazı: İnsan Mekan İlişkisi üzerine gerçek bir hikaye




1 yorum:

  1. Peki ya ruhumuzun girilmeyen salonları, kapalı balkonları? Hayatımızdan çıkan ya da çıkarttığımız insanlar da ruhumuzu hafifletir mi acaba?

    Gecenin bir yarısı çıkıp gelen bir anı, ruhumuzun misafir odasında mı ağırlanmalı yoksa yıllar geçse bile "daha dün gibiymişçesine" oturma odasındaki kanepeye mi alınmalı? Bir fincan sıcak tarçın ikram etsek, zamanın tozu kalkar mı?

    Taşınırken duvarlardan tek tek toplanılan tabloların ardında bıraktığı çivi delikleri ne olur hiç düşünür müsünüz? Bazısı kanar! Bazısı ise umursamaz! Bense umursamadan kanarım, kanarkense... Neyse... Bir fincan sıcak tarçın daha?
    Mi..

    YanıtlaSil