22 Ekim 2011 Cumartesi

UYKU ÖLÜMÜN KARDEŞİDİR...

"Yunan mitolojisinin uyku tanrısı Hypnose, Gece'in oğlu ve Ölüm (Thanatos)'ün ikiz kardeşidir. Kardeşi ile birlikte Hades'in ölüler diyarında yaşar. Kanatlı bir gençtir Hypnose, yorgun insanların alınlarına sihirli bir değnekle değerek, karanlık kanatları ile onları yelpazeleyerek ya da boynuzundan kişinin üzerine iksirini dökerek uyku verir. Rüyalar tanrısı Morpheus ise oğullarından biridir. "

Uyuyamıyorum.

Dört yaşındaydım. Tüm dört yaşındaki çocuklar gibi yatağımda mışıl mışıl uyuyordum. Aniden gözümü açtım. Yatağın hemen yanındaki oda kapısının açıldığını gördüm ama kimse yoktu. Kapı yavaş yavaş açıldı. Yatağımın kenarına bir el dokundu.
Elin sahibini görmek istedim ama sanki felç olmuştum. Yorganın dışında kalmış ve soğuktan buz kesmiş ayağımı bile içeri çekemiyordum. Korku ile üşüme birbirine karışmıştı. Hiç bir şekilde hareket edemiyordum.
Merakım çok sürmedi, çünkü bir cüce atladı yatağıma, küçücük ve dinç görünüşlüydü ama yüzü kırış kırıştı. Sanki yüz yaşındaydı.Çenesi, elleri kocamandı. Saçları omuzlarına değiyordu. Parmağını dudağına götürdü ve bana susmamı işaret etti. Sonra zıplamaya başladı. Zıpladı, zıpladı, odanın ellenmedik ve koklanmadık tek bir noktasını bile bırakmadı.  "Korkma!" dedi. "Sana birşey söyleyeceğim."
Korkuyordum.
Sonra bir kahkaha attı ve camı açıp atladı. Ama sesini giderek azalarak da olsa duyuyordum. Bir çocuğun oyunda söylediği tekerlemenin tonunda şöyle diyordu:
"Uykunu aldım, uykunu çaldım, uykunu aldım, uykunu çaldım, uykunu......"
Ses uzaklaştı, uzaklaştı. Sonra duyulmaz oldu. Bir daha da hiç gelmedi.
O geceden sonra bir hafta ateşli yattım. Doktorlar ne olduğun anlayamadılar.
Annem "kötü bir rüya" gördüğüme ikna etti beni.
Evet, çok kötü bir rüyaydı.
Ve yine o günden sonra etrafımda olup biteni fark etmeden uyuduğum hiç olmadı. Uyuyordum ama uyumak gibi değildi bu. Tüm seslerin, tüm devinimlerin, hatta etrafımdaki tüm enerjinin, herşeyin ama herşeyin farkındaydım.
Ben uykunun ne olduğunu pek bilmiyorum.
On sekiz yaşımdan sonra işler daha da kötüleşti.
Uyuyamadığım gibi uyutmuyordum da. Dişlerimi gıcırdattığım için yurttaki oda arkadaşlarımın bitmez tükenmez şikayetleri, evlendikten sonra kocamın sürekli evde gezmemden bıkması beni çok üzüyordu. İlk işyerimi açtığımda dört ay halının üzerinde "uyudum." Baktım uyuyamıyorum bunu paraya çevireyim dedim sonra da. Hastanelerde gece nöbetleri tutmaya başladım. Dişçi koltukları ve röntgen masalarında aylarca "uyur gibi yaptım."
Hiç uyumamam içinse en küçük bir neden yeterli oluyordu. Üzülmem, heyecanlanmam, sevinmem, hastalanmam vesaire..(Son iki haftadır hiç uyumuyorum yine, nedenini ise henüz anlayabilmiş değilim..)

Yaşım ilerledikçe durum daha da kötüye gitti.
Uyuyanları kıskanır oldum.
Nasıl uyuyorlardı? Nereye gidiyorlardı?
Benim uykularımı çalan o cüce gibi, uyuyanların odasına gizlice süzülüp onları izlemeyi başladım. Uzun uzun, gözümü kırpmadan bakıyordum onlara. Önce kızımı, sonra kocamı izledim uyurken.
Ama onların uykusunu çalamadım.
Sonra eve gelen misafirleri, benim misafir olduğum yerdeki ev sahiplerini, trende, otobüste kestirenleri. Hepsinin uykusundan bir an çalsam bir gece deliksiz uyuyabilirdim. Çalmaya başladım ben de.























Bazen yanlış anlarını çalıyorum sanırım. Onların uykusunu uyurken, onların rüyalarını görüyorum. Kan ter içinde uyanıyorum. Ama o kadar olur diye düşünüyorum sonra.

Bir sonraki yazı: Kayıp Aranıyor!

Okuma Önerileri

*Bir Aşk Söyleminden Parçalar - Roland  Barthes




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder